Danimarka asıllı Carl Theodor Dreyer , avrupanın bir çok büyük ülkesine de yayılmış olan sinematografisiyle dünya sinemasının ilk auter yönetmenlerinden biridir. Aynı zamanda sinemanın içindeki sanatsal cevheri keşfeden onu bir eğlence aracı olmaktan çıkartan ve yepyeni anlatılar ve imgelerle süsleyen bir kaç yönetmenden biri olarak da anılabilir.
Dreyer sinemasında kefaretsiz acılar çekmek insan olmanın kaçınılmaz bir bedeliymiş gibi sunulur bize. Ahlak etrafında şekillenmiş inanç olgusunu neredeyse saplantılı bir bakışla irdeleyen Dreyer, bu kavramlardan etkinlenmiş iyiliği ve kötülüğü, yarattığı karakterler üzerinden işleyerek perdeye aktarır. İmgeler onun sinemasında önemli bir yer tutar. Sessiz dönemin en önemli ustalarından biri olarak anılmasında şüphesiz bunun etkisi de büyüktür. Sesli döneme geçişle beraber aktarımın işitsel yokluğuna alıştırılmış imgesel tarzını geliştirir ve imge ile sesin uyumunu yakalamaya çalışır.
Yakın plana hapsedilmiş suretler en sık kullandığı görsel aktarım yöntemlerinden biridir. Yarattığı karakterlerdeki tiyatral oyunculuğu sağlamlaştıran bu yakından resmetme yöntemiyle filmlerinin his yükünü ve duygusal çarpıcılığını da pekiştirmiştir. Çoğunlukla ruhsal çatışmalarla boğuşan karakterlerini daha iyi vurgulayabilmek için onları durağan bir anlatı örtüsünün altına gizleyen Dreyer, incelikle işlediği bu anlatının arka planını ise sade ve incelikli dekorlarla pekiştirmeyi ihmal etmez. Filmlerinin çoğu sahnesi bir ressam titizliğiyle yaratılmış gibi duru ve ayrtınlıdır.
Bu hafta kapsamında Dreyer’in sinematografisini derinlemesine ve bütünsel olarak inceleyecebilmek için Passion de Jeanne Arc, La(1928), Vampyr(1932), Ordet(1954), Gertrud(1964) filmerini izleyeceğiz.