Fellini, sinema kariyerinin baÅŸlarına denk gelen, doÄŸduÄŸu kent Rimini'den Roma'ya geldikten sonraki 12 yıl boyunca Roberto Rossellini'nin filmleri baÅŸta olmak üzere birçok filmin senaryosunda yer alır. Yönetmenlik kariyerine baÅŸladığında, Rossellini'nin aksine Yeni Gerçekçilik Akımı'nı takip etmez ve kendi sinema dünyasını kurar.
Kendisiyle yapılan bir söyleÅŸide, "Sinema var olmasaydı, bir sirk yöneticisi olurdum." demiÅŸtir. Sirk, metafor ve gerçek anlamıyla Fellini'nin filmlerinde yoÄŸun olarak bulunur. Yabancı Dilde En İyi Film Oscarı'na sahip ilk film olan La Strada'da (Sonsuz Sokaklar, 1954), Giulietta Masina (Fellini'nin eÅŸi) masum, beyaz yüzlü bir palyaçoyu canlandırır. Fellini, Masina'nın Chaplinvari karakterini, oyuncunun ikinci defa "masum" fahiÅŸe rolünü canlandırdığı The Nights of Cabiria'da (Cabiria Geceleri, 1957) da beyazperdeye aktarır.
La Dolce Vita (Tatlı Hayat, 1960) ve adını Fellini'nin o zamana kadar çektiÄŸi 8. film olmasından alan 8½'ta (Sekiz Buçuk, 1963) Marcello Mastroianni, Fellini'nin alt benliÄŸidir. Bu filmlerin her biri Fellini'nin dünyası ve tarzını yansıtır, özetle yönetmenin kendi portresi niteliÄŸindedir. Fellini'nin doÄŸduÄŸu sahil kasabasında geçen I Vitelloni (Aylaklar, 1953) de aynı ÅŸekilde otobiyografik özelliklere sahiptir; Roma (1972) ve Amarcord (Hatırlıyorum, 1973) filmleri ise geçmiÅŸe ait sevecen ve düÅŸsel bir bakıştır.