Soykırımların sinemada işlenmesi, yıllardan beridir tartışılan bir mevzu. İnsanların trajedilerini alıp sanat eseri olarak sunmak yanlış mıdır; yoksa gerçekleri en ulaşılabilir mecralarda açık seçik konuşmalı, göstermeli miyiz?

2023 yapımı “The Zone of Interest” genellikle “Sexy Beast” ve “Under the Skin” filmlerinden tanıdığımız Jonathan Glazer’ın yönettiği tabiri caizse bir Yahudi soykırımı filmi. Bu film özelinde, soykırımın üzerinden geçen zaman ve genel geçer yargılar bu soruyu eskitti, bayatlaştırdı. Film hakkında duyumlar alınca insan istemsizce “Bu devirde yeni bir Yahudi soykırımı filmine daha ihtiyaç var mı?” diye bir düşünüyor. Ben de düşündüm. Fakat filmi izleyince, duyunca bu düşüncelerim dağıldı. Glazer odak noktası olması gereken sorunun bu olmadığını söylüyor1. Kendisi soykırım anlatısına başka bir boyut getirmiş ve bir soykırım ekrana nasıl yansıtılır? sorusu üzerine yaklaşık 10 sene çalışmış. Bana göre enfes bir film yapmış. Eğer filmi izlemediyseniz, yazının devamında bazı sahneleri açıklıyorum, ben sırlarını bilerek izlemek istiyorum diyorsanız okumaya devam edin, hiçbir şey bilmeden izlemek istiyorsanız gidip filmi tamamen odaklanarak izleyin, seslerini dinleyin ve ayrıntılara dikkat edin. Sonra ise bu yazıyı okuyun. Öyle ki filmin düğümleri düşündükçe ve okudukça çözülüyor ve filmi hatırladıkça sanatı size zevk vermeye devam ediyor.

Film, Yahudi soykırımının kilit noktalarından biri olan Auschwitz toplama kampının komutanı Rudolf Höss, eşi Hedwig ve beş çocuğunun; toplama kampından yüksek beton bir duvarla ayrılan, çiçeklerle çevrili, bahçeli ve havuzlu mükemmel villasında, konforlu yaşamını ele alıyor. Filme dikkatinizi vermeden izlerseniz; kendini evini güzelleştirmeye ve çocukları için ideal bir yaşam alanı sağlamaya adamış mükemmeliyetçi bir anne, kariyerinde başarılı bir baba, neşeyle oynayan çocuklar, güneşli hava, bakımlı çiçekler görürsünüz ve film sizin için saygıdeğer bir ailenin rutin yaşamı ile anlam veremediğiniz birkaç sahne ve sesten ibaret kalır. Duvarın arkasında kalanlar dikkatinize değmez.

Film boyunca izlediğimiz karakterler hepimizin içinde efsanevi kötü, karanlık kişilikler olarak barınıyor. Fakat Glazer kafamızda destansılaştırdığımız tarihin kara lekeleri olan bu karakterleri yazarı hissettirmeden, işin içine sanatçının bakış açısını katmadan, rutin hayatlarını yaşayan insanlara indirgemiş ve filtresiz bir anlatı oluşturmuş. Kendisi de karakterleri engelsiz, oldukları gibi görmeyi amaçladığını, sadece nasıl biri olduklarını izlemek istediğini söylemiş.2 Filmin büyük çoğunluğunun geçtiği villanın çeşitli yerlerine saklanmış 10 gizli kamerayla sahneler çekilmiş ve kameraların nerede olduğundan oyuncuların haberi yokmuş dolayısıyla neredeyse belgesel değeri taşıyan görüntüler ortaya çıkmış ve Glazer’ın amacına mükemmel hizmet etmiş. Sahneleri farklı açılardan, farklı odalardan devamlı takip ediyoruz. Aktör ve aktrislerimiz de Glazer’ın ulaşmak için çabaladığı saflığı sağlamakta epey yardımcı olmuşlar elbet. Karakterlerin gerçeklik hissi şahsen beni dehşete düşürdü.

Duvarın diğer tarafında olanlara ufak bir bakış atma meylinde bile değiliz. Görüntülerin yaklaşık dörtte üçü villadan. Duvarın arkasındakileri ise film boyunca kulağımıza gelen boğuk bağırışlardan, belli belirsiz verilen emirlerden, çok uzaklardan geliyormuş gibi olan silah atışlarından duyuyoruz. (Sadece birkaç yerde ise görüyoruz: Rudolf çocukları ile vakit geçirdiği nehirde krematoryumun atıklarına rastlayınca, çizmesi yıkanırken kırmızı sular akınca ya da bahçıvan çiçeklerin dibine kül dökünce…) Glazer kendi filmi için “Aslında iki film var. Gördüğümüz ve duyduğumuz.” diyor.3 Filmin başında birkaç dakikalık siyah ekran ve sirenvari bir müzikle başbaşa kalıyoruz. Film, anlatmak istediği şeyi fevkalade müzikleriyle beraber, bize duyuruyor. Duvarın arkasından gelen sesleri veriyor ve resmi kendi kafalarımızda çizmemiz için bize bırakıyor.

The Zone of Interest’te şiddet görüntüsünün en büyük örneği Hedwig’in kocasının tayininin haberini alınca hayalindeki evinden ayrılma korkusuyla yere dökülen sudan dolayı hizmetliye bağırıp çağırması. Herhangi bir şiddet, katliam görüntüsüyle karşı karşıya değiliz. Fakat ailenin yanıbaşlarında olup bitenin farkında olarak kendi mutluluklarına odaklanmış olmaları kötülüğü iliklerinize kadar hissettiriyor. Bahçe duvarlarlarının hemen arkasından yükselen dumanlara rağmen havuz partisi yapan bir kalabalığı izlemek çok farklı bir şekilde dehşete düşürüyor insanı. “Ve film nasıl birisinin cennetinin başka birinin cehennemi oluşuyla, vahşet ve mutluluğun yakınlığıyla alakalı oldu.”4

Zamanın çoğuna hakim olan kötülüğün arasında boğulunca Glazer filmde ufak bir iyilik aramış. Tüm gün ışığıyla dolu sahnelere rağmen film boyunca gördüğümüz tek iyilik, ısı kamerasıyla  çekilmiş kapkaranlık sahnelerde. Gece vakti küçük bir kızın çalışma sahalarına ertesi gün açlık çeken işçilerin bulması için elmalar bıraktığını izliyoruz. Hatta bu esnada kendisine bırakılmış notalar buluyor ve notaları piyanosunda çaldığını görüyoruz. Glazer bu kızı, film üzerinde çalışırken Rudolf Höss’ün villasına gittiğinde orada yaşarken buluyor. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra villaya yerleşmiş ve o zamanlar 90 yaşlarında olan  Polonyalı teyze, küçüklüğünde kampa elma bırakmaya gidermiş ve notalar bulurmuş. Teyze film çekilene kadar vefat etse de filmde kullanılan bisiklet ve elbise teyzeye aitmiş.

Her ne kadar karakterler şiddete kayıtsız da olsa şiddetin her birindeki etkilerini filme serpiştirilmiş olarak görüyoruz. Çocukların söylemlerinde, oyunlarında soykırımın izlerini gösterme şekli epey etkileyiciydi. Büyük çocuğun, kardeşini bitki serasına kilitleyip gaz veriyor gibi taklit yaptığı sahne filmdeki en dehşet verici sahnelerdendi. Bana kalırsa filmin son sahnelerinde Rudolf’un çalıştığı merkezde kusma dürtüsüne sahip olması ama bir türlü kusamaması da içindeki yüksek dozda vahşete maruz kalmış insanlığının kendini belli etmesiydi.

Glazer filmlerinde kendine yabancılaşmayı ve empatiyi ustaca işliyor. (bkz:Under the Skin) The Zone of Interest insanın içinde barındırabileceği, kaldırabileceği şiddetin ve farkındalıksızlığın portresi. Sadece geçmişi anlatan tarihi bir film değil, şimdiyle alakalı. Glazer’ın filmdeki karakterlere empati beslememizi istediğini çizdiği çizgilerde görüyoruz. Kurbanlara değil, diğerlerine

“To acknowledge the couple as human beings, was a big part of the awfulness of this entire journey of the film, but I kept thinking that, if we could do so, we would maybe see ourselves in them. For me, this is not a film about the past. It’s trying to be about now, and about us and our similarity to the perpetrators, not our similarity to the victims.”

Jonathan Glazer

The Zone of Interest, Martin Amis tarafından yazılan aynı isimli kitaptan uyarlanmıştır, karakterler ve olaylar gerçektir.

  1. “I believe you absolutely should tackle the subject (holocaust), but the essential question is not should you do it, but how? Personally, I think the story has to be told and retold and, to do so, you have to find new paradigms to retell it, to restate it generation after generation particularly as the survivors diminish in numbers and it shifts from living memory and becomes history.”
  2. “His aim, he says, was to make the film “un-authored”. “The reason that I was not on set was because I wanted to stand back from the characters and look at them anthropologically. I wasn’t interested in their dramas. I just wanted to watch in as unimpeded a way as possible to see how they behaved and acted, to see who they were.”
  3. “There are, in effect, two films,” elaborates Glazer. “The one you see, and the one you hear, and the second is just as important as the first, arguably more so. We already know the imagery of the camps from actual archive footage. There is no need to attempt to recreate it, but I felt that if we could hear it, we could somehow see it in our heads.”
  4. “The film became about the proximity of the horror and the happiness, how one person’s paradise is another’s hell…”

Yazan: Fatma Sena Eser