1950’li yılların sonunda Alman Sinemasında film üretiminde bir memnuniyetsizlik meydana gelir; artan gişe hasılatı önce duraksar, sonra gerilemeye başlar.

1962’de, Fransız Yeni Dalgası’ndan etkilenen Haro Senft, Alexander Kluge, Edgar Reitz, Peter Schamoni ve Franz Josef Spieker Alman Sineması’na yeni ve entelektüel bir bakış getireceklerini belirttikleri bir manifestoya imza atarlar.

Yeni Alman Sineması yönetmenleri auteur diye anılmış ve sinemaları dünya çapında saygınlığa ulaşmıştır.

Bu hafta içerisinde; dönemin en önemli yönetmeni, yorgunlukla enerjiyi, korkuyla neşeyi harmanlayan Rainer Werner Fassbinder’in başarılı bir tasarımcının boşandıktan sonra yaşadıklarını konu alan The Bitter Tears of Petra von Kant (Petra Von Kant’ın Acı Gözyaşları, 1972) ile yalnızlığın derinliklerinde kaybolup kaybolup belirmekten sıkılmış iki insanın imkânsız birleşmesini anlatan Ali:Fear Eats the Soul (Ali:Korku Ruhu Kemirir, 1974) filmlerini; mistik bir ekole sahip Werner Herzog’un 1828’de Nürnberg’de ortaya çıkıp konuşabilen ve yanında garip bir not taşıyan genç bir adamın gerçek ve gizemli öyküsüne dayanan The Enigma of Kasper Hauser (Herkes Kendi Başına ve Tanrı Herkese Karşı, 1974) filmini; Volker Schlöndorff ve Margarethe von Trotta ortak yapımı olan, bir baloda genç bir erkekle tanışan ve onu evine götüren genç bir kadının sonrasında başına gelenleri anlatan The Last Honor of Katharina Blum’u (Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru, 1975) ve son olarak, kişinin kimliğini aramasını anlatan ve bu köklere dönüşü içeren filmlerin sahibi Wim Wenders’in, röportaj yapmak için ABD’ye giden ve bir kimlik bunalımına giren Alman gazeteci Philip’in ülkesine geri dönerken havaalanında karşılaştığı bir kadının küçük kızı Alice’i kendisine emanet etmesiyle yaşamının değişmesini konu alan Alice in the Cities (Alice Kentlerde, 1974) filmini izleyeceğiz.